Cuma, Nisan 17, 2009

Çarşamba, Nisan 08, 2009

bahar..



Bahar, benim baharım zeytin ağaçlarının altında başladı. Bahar şarkıları kulaklarımdaydı. Neşe küçük yaldız tozları halinde havada uçuşuyordu. Gökyüzü berrak, pamuk bulutluydu. Dün, yağmur yağıyordu, toprağı besliyor havayı temizliyordu. Zeytin ağacının altına uzandım. Bahar ne güzel..








Öptüm ıtırın yaprağını. Kokusu, tanımadığım bir büyük babannenin hikayesi, bir zamanlar okuduğum bir kitabın yollarda geçen macerası ve daha neler neler olan çiçek. Seviyorum seni.





Eğer dikkatli bakarsan, gökyüzünün seni taçlandırdığını görürsün, bir ağacın altında durduğunda.
Hangisine bakacağını bilemezsin ağacın dalına mı, gökyüzüne mi? Bir tur kendi çevrende dönüp, kendine gülümsersen ikisi birlikte nefis görünür gözüne.
*
Bugün parka gittim.
*
not: resimler kedila'ya ait.
*

Çarşamba, Nisan 01, 2009

dostum, zaman durmuyor.


Kendi isteği üzerine istasyona bırakıyorum. Yüzüme bakmıyor, sanki istediği ile yapması gerekenin arasına sıkışmış gibi. Sormuyorum. Sormanın hiç anlamı olmaz böyle zamanlarda. Patlamak üzere olan herşey zayıf bir hiç sesine sığacaktır. Hep öyle olur.


Geleli fazla olmamıştı. Uzun zamanın izleri üzerimizdeydi, bir süre durup öylece baktık. Sonra alıştık. Zamanın izlerini okuyunca zaman kısalıyor daha bir yakınlaşıyor sanki. Ya da ben öyle sanıyordum. Zaman aşılamaz da olabiliyormuş.


Yakındık, çok yakındık. Elimizi uzatsak birbirimize, kendimize değiyorduk. Kulaklarımıza değen sesler beynimizde aynı şeylere dönüşüyordu. Belki bu yüzden oldu.


Sürekli savaşır olmuştuk.İter ve rededer ve sonra it gibi pişman, ağlaşırdık. Gitmek buradan doğdu. Ancak böyle kurtulacaktık. Gitti ve uzun zamandır yoktu. Kurtulmak bir soru işareti olarak kalbime takılı kaldı bir çengel gibi, ağırlığınca boşluğunun ortasına. Zaman ağırlığını eksiltmedi. Soru işareti de orada kaldı.


Sanki ilk defa konuşuyormuşum gibi boğuk ve hırıltılı bir sesle


- Dostum, sana anlatacak ne çok anlatacak şeyim var. Ama gidiyorsun işte. Bak senin için şu istasyondaki saatin akrep ve yelkovanını söküp önüne koyabilirim. Böylece zaman durur, insanlar durur .


Gözlerindeki hüzün ve dudaklarındaki tebessümden anladığım doğru mu acaba? Evet, istiyor ama ona engel olan anlatamadığı bir şey var.


Uzanıyorum , bu çok kolay oluyor, akrep ve yelkovanı yerinen çıkarıp usulca yanına bırakıyorum, saniyeler de kendiliğinden yanına düşüyor. Zaman duruyor. Ben duruyorum O'na bakıyorum. Gözleri ne anlatıyor?


Tedirgin bir başlangıç yapıyor birden. Yanlış anlatmaktan, daha da kötüsü anlaşılmamaktan korkarak.


-Sandım ki gitmeliyim, daha fazla acıtmamak için en doğrusu buydu diyerek. Oysa uzaklaştıkça ben olan herşeyden de uzaklaştım, yoruldum, tükendim. Dostum, sana çok önce dönmeliydim, özüme dönmeliydim, kendime dönmeliydim.

Şimdi ben ölüyorum. Bu benim son istasyonum.


Elini yakalamak için uzanıyorum, istasyondan çıkarabilmek için. Elimden kayıyor.


Uyandım, ellerim boştu, kan ter içindeydim. Sadece saatin tik takları duyuluyordu odamda.