Çarşamba, Aralık 31, 2008




******
... Mutlu yıllar...

Salı, Aralık 30, 2008

sizin kaç pencereniz var?



Sizin kaç pencereniz var? Evinizin pencerelerinden bahsetmiyorum, sizin pencerelerinizden. Her yeni deneyimde, duyularımızın her farklı şeyle karşılaşmasında çoğunlukla bir pencere sahibi daha oluruz.

Sayıları çoğaldıkça farklı manzaralar görürsünüz. Çok pencereli ev aydınlık olur.



Pencereleri kendimiz açarız. İstediğimiz yere, istediğimiz yöne.



En sevdiğim pencere gökyüzüne açılan penceredir . Bulutları,masmavi gökyüzünü, yıldızları görürsünüz. Gökyüzüne penceresi olan insanlara imrenirim. Evrenin enerjisi ile bütünleşirler, enerji noktaları açıktır ve zihinleri aydınlık. Onların, gökyüzünü gören kocaman pencereleri vardır ya da belki pencereye ihtiyaçları yoktur, gökyüzüdür onların çatısı, evi.
Benimse küçük bir deliğim var gökyüzüne bakan. Hayret ve hayranlıkla görebildiklerimi izliyorum. Belki bir gün deliği büyütebilirim diye düşünüyorum.

Bu pencereyi beğendim. Bardaklar için değişik bir yer ve pencerenin arkasında, çatısı gökyüzüne başka türlü uzanan bir ev vardı. Herşey bildiğimiz den çok farklı olabilir. Bildiğin şey, bilmediğin bir çok şeydir aslında. Bu yüzden safça şaşırtıyor beni herşey. Herşey aynı yerde ama hiçbir zaman aynı şey değil. Ne güzel. İyi ki.

İyi ki pencereler var.

not: resim kedila'ya ait.

Perşembe, Aralık 25, 2008

mutluyum




Dün akşam MırMır'la (Ya da bildiğiniz ismiyle evin güneşi. Kendisi isminin artık MırMır olduğuna karar vermiştir.) TRT Çocuk kanalının haberlerini izliyorduk. Gülten Dayıoğlu'na onur ödülü verilmiş. Kendisiyle röportaj yapılıyor. Ben izlemek istiyorum ama MırMır'ın aklı cd'den film izlemekte.




-Anneciğim, bak bu benim çocukluğumdan beri en sevdiğim yazar. Adı Gülten Dayıoğlu. Çocukken O'nun bir çok kitabını okudum ben. Çok severim.




- Biliyorum anne. O, Yazar Teyze. Ece ile Yücenin yazarı. Ama burada çok yaşlı görünüyor. Hadi şimdi Pat'i izleyelim.




- ? :)




Çocukluğumun bir parçası olan kitapların yazarı, benim çocuğumun da yaşamının bir parçası. O'nu tanıyor ve seviyor.




Mutluluk evreninde yüzüyorum ben. Ne zaman döneceğim belli olmaz:)




not: resim altın kitaplar'dan alınmıştır.

Salı, Aralık 23, 2008

ıssız adam


Sevdiğin, istediğin şeylerden kendini yoksun neden bırakır insan? İsteyip istemediğini nasıl anlar? Neden korkar sevilmekten?


Kendini sevmektense , başkaları tarafından onaylanmak üzerine kurulmuş yaşamın sonucu kendinden uzaklaşmak. Başkalarının patikalarından yürümektir onay istemek. Yorucudur.Sonunda da ait olmadığın bir yerde yapayalnız kalırsın.


Duygularını tanımayan kabul etmeyen insan ıssızlaşır, çünkü yanında istedikleri, sevdikleri olmaz. Sonunda ıssız adama dönüşür.


Ne çok ıssız adam var çevremizde. Özellikle de erkekler. İnsan olmak yerine "erkek?" olmaya çalıştıkları için. Yarattıkları erkek isimli bir kalıba girmek zorunda oldukları için. Oysa zaten ana rahmine düştükleri andan itibaren erkektirler,öyle doğarlar.


Issız Adam'ı izledim. Sevdiği bir insanın sevgiyle yaptığı yemeği yerken, sevdiği adama kendi çocukluğuna ait özel, pek kimseye anlatmayacağı küçük bir anıyı anlatırken, havada huzur, mutluluk zerreleri dolanırken, tüm bunları bir anda silip atan, mantığın almadığı, yaşanan herşeyi değilleyen, kendisini koparıp fırlatan adama nedeen? diye haykırdığı an kadının. Ve bardağı kırıldığı anda ortaya çıkan tokanın adama yaşattıkları beni en çok etkileyen sahnelerdi.


Filmi izleyip de beğenmeyenlerden anladım ki kendilerini görüp yaralanan ıssız insanlar daha fazla kendilerine bakamıyorlar. Çok acıtıyor çünkü.





not: resim sinematürk'ten.

Pazartesi, Aralık 22, 2008

gölgeler




- Suyun üzerinde durabildiğimize göre kıyıya kadar yürüyebiliriz dedi Gölgedaş, Gölgeder'e.

- Tamam, sen nasıl istersen.


Bir süre yürüdüler sessizce. Aklı başka yerde olduğu belli, gökyüzüne dalmış gidiyor Gölgeder.Gölgedaş'ın aklıysa Gölgeder'de. Neden böyle sessiz, ilgisiz?


Aniden söyleyiveriyor. Bitti. Artık birlikte gölgelenmeyelim.


Gölgedaş'ın içi patlıyor , dağılıyor bir saniyenin içinde.Ağzından sadece ince, sessiz bir neden çıkıyor. Gölgedaş sadece kafasını çeviriyor.


Bulutlar kaplıyor gökyüzünü o anda. Gök deliniyor. Herşey kayboluyor.

Cuma, Aralık 19, 2008

tatlı bir heyecan


Aralık ayı aslında yılın en soğuk, ıslak, çamurlu kasvetli ayı olmasına rağmen, en umut dolu aydınlık, yumuşacık, rengarenk ışıl ışıl ayı oluveriyor yılbaşı sayesinde. Neredeyse tüm dünyayı yumuşak, yeşilli, kırmızılı, yaldızlı bir masal battaniyesine sarıyor yeniyıl heyecanı.


Evlerde ağaçlar kurulur , süslenir. Ayrı bir heyecandır bu özellikle de çocuklar için. Süpriz ve hediye dalgasının başladığının habercisidir.


Yılbaşı akşamı, çoğunlukla zamanın ne çabuk geçtiği, çocukların ne çabuk büyüdüğü, ne kadar yaşlandığımız ve gelecek için umut ve beklentilerimizi konuşuruz biraraya gelip, güzel bir sofrada. Sonra oyunlar oynanır, çocular sevilir, yeni başlangıçlar için bi heyecan vardır nedense herkeste, gülümsemekten alıkoyamaz insanlar kendilerini. Saat yılın son saniyelerini gösterirken geriye sayılır, herkes birbirini kutlar hediyelerini verir. Artık yeni bir yıla girilmiştir, eskisi geride kalmıştır, eski dertlerle birlikte. Herşey yenidir. Uykunun kollarına giderken mutludur insan.


Ertesi sabah hayat kaldığı yerden devam eder. Adı değişmiştir sadece. Bir de kısa bir süre sonra baharın geleceğini düşünüp gülümsersiniz. Havanın tazelik ve çiçek kokmasına az kalmıştır.


not: resim cardsunlimited'a ait.

Cuma, Aralık 05, 2008

on sevdiğim yer

Bir kitap okursunuz çok beğenirsiniz ve keşke yazarı ile tanışabilseydim diye düşünürsünüz. Ben bazı kitapları okurken böyle olurum.



Blog yazarlığının bana hediyesi sevdiğim blogların yazarları ile tanışabilmek, ulaşabilmek oldu. Bir de ben de yazar sayılırım bu sayede artık:)


Pisikopati benim sevdiklerimden biridir. Geçenlerde mimlendiğinden bahsediyordu ve ben yazıyı bir taraftan okurken bir taraftan da düşünüyordum mimlenmek nasıl oluyor, acaba ben de bir gün mimlenirmiyim diye ki yazının sonuna geldim. AA Psikopati beni mimlemiş:)


Yaşasın!


*
Mim konusu "en sevdiğim 10 yer".




On sevdiğim yer bu dünyada biraz iyot kokusu, alabildiğince gökyüzü, kıvrımlı tepeler, ağaçlar,su, kum, güneş, kediler, kitaplar, resim ve heykeller, müzik, alabildiğince renkler ve lezzetler ve dostlarla sohbetlerin olduğu yerler. Biraz hayal tozunu da unutmamak lazım:)





1) Özbek Köyü






Salaş kafeleri olan bir deniz kasabası. Sakin ve dingin saatlerce denizi seyrettiğim, durulduğum deniz kıyısı. Şehirden ve insanlardan arındığım yer. Sonra evin güneşiyle kumlarda rüzgara karşı koşup martı kovalarız. Üşüyünce sıcak çay içmeye soba başına geliriz. Soğuktan al al olmuş yanaklar soba başında daha da bir kızarır. Tatlı bir uyku hali sarar bizi ama kısa sürer. Bahçede kedileri besler, börtü böcek keşfine çıkarız. Akşam dönmesi zor gelir ses, ışık, duman ve fazla hareket demek olan şehire.






2) Urla Pazarı


"Yeter artık ben gerçek sebze meyve yemek istiyorum saman değil" demesiyle baba kedinin, başladı bizim Urla pazarı günlerimiz. Market kolayıma geliyordu benim yakın ve hepsi bir arada olduğu için. Ama gerçek şu ki saman kadar tatlılar market sebzeleri.




*


Urla pazarını küçük olduğu, deniz koktuğu her şeyin mis gibi ve çıtır çıtır olduğu için seviyorum.


Bir de buranın enginarlarını başka yerde bulamazsınız.

3) Turunç,Çiftlik ve Marmarisin diğer Koyları





Tatilimi geçirmeyi en sevdiğim yerlerden biri Turunç.Marmaristen tekne dolmuşla gelinir ve bu çok keyiflidir.Hem Turunç hem de Çiftlik'in denizi çok güzeldir. Çabuk derinleşen, dibi güzel çakıl taşları ile dolu,berrak, mavi yeşil derinden ışıldayan bir deniz. Eskiden saatlerce kitap okuyup,uyuklar sonra kendimi denize atıp serinlerdim. Şimdilerde programı belirleyense evdeki küçük adam.
*


4) Mersin

Yaşadığım şehre çok benziyor Mersin. Bir çok ortak özelliği var. Ama bunun yanında yapılaşması daha yeni ve düzenli. Sahil yolu masal gibi. Mersinin insanları en azından benim tanıdıklarım yozlaşma konusunda 10-15 sene geriden geliyor yasadığım yere oranla. Bu şehri sevdim. Belki bir gün burada yaşarım.



5) Büyükada



İstanbul'a iş için birkaç sefer gelmiştim ama gezememiştim fazla. Sonra bir kere gezme şansım oldu. Sevemedim. O gün, ada vapurundan İstanbul'u şöyle anlatmışım:

"İlk izlenim:Çöp şehir, virane şehir İstanbul. Eski güzelliğinin artıkları kalmış, fareler tarafından kemiriliyor o da. Hava puslu gri. Belki bu da etkili.


Daha çok İstanbul şuna benziyor: Eski , görkemli bir Elf şehrine bir köstebek halkının yerleşmesi gibi. Kendi yaşamlarına uymayan bu şehri kendilerine uyarlamışlar.
Zamanla başka köstebekleri de çağırıp çoğalmışlar.



Peki Elflere ne oldu?



Elflerin çoğu gitti. Kalanların bir kısmı kendini korumaya çalışıyor. Diğer bir kısmı köstebekleşmeye başladı. Uyum bu. Köstebeklerden çok küçük bir azınlıkta Elfleşmeye çalışıyor. Bu da uyum..


Ama şehir artık köstebeklerin."

Büyükada ise bambaşka bir şeydi. Ona kimse dokunmamış gibiydi. Köstebekler oraya ulaşamamış sanki. Annem Yaşar Kemal in Karıncanın su içtiği yer kitabını yaşıyordu. Bense sadece filmlerden ve kitaplardan bilebildiğim bir geçmişi yaşıyor gibiydim. Ve biraz da Alice Harikalar diyarını. Isırgan otları neredeyse boyum kadar,yaprakları elim kadar, araba yok, faytonlar ve bisikletler var. Bisikletle dolaşıp adayı, durmadan, deliler gibi şarkı söyledim, en çok da Lulaby in Birland'i...

Büyülendim ben. Buraya. Ne kadar şanslı burada yaşayanlar.

*

6)Paris






Gördüğüm ilk Avrupa şehri. Sanat yaşamın doğal bir parçası. Bizimkinin dışında başka dünyalar da varmış. Çok zevk aldım. Bitiremedim. Bizim ev ahalisini de götürmeliyim. Neden bu kadar kısa derseniz, hayatımla ilgili önemli bir karar almanın mekanı da burası olduğundan. Hem gezdim hem düşündüm.






7) Ikea


Yaşamına göre evini şekillendirmek isteyenlere pratik, basit, ucuz, neşeli, renkli çözümler dükkanı. Üstelik bir mobilya dükkanı bu kadar mı eğlenceli olur. Evin güneşi ile bir çok köşesinde küçük hikayeler yazmışlığımız vardır. Mesela, bu mutfakta arkadaşlarımızla romantiz (romantik demek istiyor) bir akşam yemeği yiyiyoruzdur.


Ben burada istediğim evin planlarını yapıyorum. Mutfağı salon büyüklüğünde , okuma köşesi ve çalışma masası olan, büyük yemek masalı bir ev. Dolabı olmayan, dolap ve çamaşır odası olan bir ev. Koccaman oyun odası bahçeye bakan bir ev.En ufak detayına kadar seçiyorum. Hayal ediyorum. Mutlu oluyorum:)




8) Sunshine'ın mutfağı



Tadına doyamadığım keklerin piştiği ve sohbetlerin yapıldığı mekandır. Evi güneşi ve deniz yıldızı beraber büyürken, biz de bir taraftan olgunlaşıyoruz burada. Güldük, ağladık, sevindik, kızdık,attık tuttuk. Ve döktük , saçtık, batırdık. Topladık, yıkadık, pişirdik. Öyle geniştir ki benim için, 6 kişi burada hem suluboya hem de kurabiye yapabilir aynı anda (yapılmıştır bile).



Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim Sunshine çok iyi yemek pişirir. İki laf arasında nefis şeyler yapar, parmaklarınızı yersiniz.





9) Düşler Ülkesi/Kedila'nın evinin ülkesi





Benimle var olan ve benimle yok olacak olan ülke. Beynimin içinde yeniden oluşan dünya. Siz buradan, bu pencereden içeri bakıyorsunuz ben de aynı yerden dışarı size bakıyorum. Geceleri gözlerimi kapatınca ve gündüzleri zaman zaman gözlerim açık da olsa orada dolaşırım. Orası hakkında anlatabileceğim ne olağan üstü hikayelerim vardır. Anlatırım.









10)Henüz gidilmedi blinmiyor ama her an gidilebilir..


Dünya kocaman ve benim kabuğumdan çıkıp gitmediğim o kadar çok yer var ki. Henüz gidilmemiş, tarafımdan sevilecek olan yerlerin temsili sayısı on. Şöyle diyelim: bundan on sene sonrası için kendimi mimlemiş olsam, acaba nerelerden bahsediyor olurdum? Bak şimdi, merak ettim.

Ben de mimliyorum şimdi, Maviye Yolculuk, Ecenin Balkonu ve Sunshine'ı. En sevdiğiniz on yer nereleridir?
*
not: resimler; özbek ve ikea kedila'ya ait. urla pazarı sarpk'ya ait. düşler ülkesi shutterstock'tan. paris ve mersin guugila'dan bir yerlerden. büyükada, büyükada kültür derneğinden.

Pazartesi, Aralık 01, 2008

ses


Bir insanın gözlerinde hayret, merak, mutluluk, hüzün, kızgınlık nasıl yaratırsınız sesinizle?


Radyo tiyatrolarını ya da arkası yarın kitap saatlerini dinleyeniniz varsa bilirsiniz. Dinlersiniz ve hayal kurarsınız, beraber güler beraber ağlarsınız. Ne güzeldir. Ve ne çok hayranlık duyarım seslendirenlere. Dünyamın hakimidirler o an.


Evin Güneşi doğduğundan bu yana kitap okuyorum ona. Başlarda hızlı ve acemice okurken , zamanla kelimelere ve duygularına daha çok hakim oldum. Bir kitabı okurken, karakterler mekan kitaptan çıkıyor ve olay o an burada yaşanıveriyor gibi hissediyorum artık. Ve işin güzeli dinleyen için de böyle.


Cornelia Funke'ın Mürekkep Yürek kitabını okuyunca bu yüzden çok etkilenmiştim. Maggi'nin babası Mo'nun seslendirdiği her kitaptan birşeyleri kendi dünyasına getirebilme yeteneği vardı. Bunu daha sonraları kızına, kelimelerin her birini hissederek tadarak okumak olduğunu söylemişti. Mürekkep yürek için canlanan her karakterin bedeli olarak yeryüzünden bir şey de kitaba girermiş ama benim için öyle bir tehlike yok:)


Bir süredir SKG için gönüllü okuyucuyum. Birilerinin benim sesimden maceradan maceraya atılacağını bilmek beni mutlu ediyor heyecalandırıyor, özellikle de çocukların.


Ben büyüyünce masalcı nene olmak istiyorum:)


not: resim kim sponaugle'e ait.

Cuma, Kasım 28, 2008



*************************************************************


*

not: resim mutt ink'e ait.

*

Salı, Kasım 25, 2008

planlı olmaktır bugünün dersi


Kafamı kurcalayan konulardan birini soru yağmuruna tutuyorum bugün. Şu ara neden herşeyi erteliyorum?


1N) Yorgunluktan. Peki yorgun olunca ne oluyor?


2N) Uyumaktan başka hiç bir şey yapmak istemiyorum. O zaman ne oluyor?


3N) Hiç bir şey yapamamış oluyorum. Yapmak için ne yapmak lazım?


4N) Şu yorgunluğa bir çare bulmak lazım. EE, ne olabilir çare?


5N) Yorgunluğun bedensel haline doktor yardımı, beyinde biten bölümüne planlama programlama yardımı.


*


Bu yorgunluğumun nedenini arıyorum kendimde. Sanki yağmurda saatlerce dışarıda ıslanmış birinin soba dibinde, battaniye altında iliklerini ve kemiklerini kurutmaya çalışması gibi yorgun, sızılar içindeyim. Aniden oluyor bu, kış ve yağmurlar başladığı zaman. Herşey fazlasıyla hızlanıyor ve ben gitgide yavaşlıyorum. Sanırım bu durumu farkedemediğimden uzunca bir süre bunalımda sanıyordum kendimi. "Nassıl oluyor da insanlar bunca şeyi yapıp üstüne de kahve keyfi yaparken ben hiç bi şeyi yetiştiremiyorum?".


*


Soğuk ve nemle ilintili bu yorgunluk hali, uyku dışındaki herşeye isteksizlik yaratıyor. Yaptığım en büyük hata o anki duygu durumuna göre güne başlamak ki o da isteksizlik.


Nasıl aşılır? Planlı olarak.


*


Günün dersi: PLANLI OL.

Tabii uygulamayı unutma :)
*
not: fotoğraf Ul Marga'ya ait.
*

Cuma, Kasım 21, 2008

uykucu ve hımbıl; ikisi bir arada


Havalar soğuyor. Eklemlerim sızlıyor. Hep bir uyuşukluk, soğuktan büzüşmüşlük hali var üzerimde. Hımbıl ve uykucu bir balkabağıma dönüştüm yine. Bazılarına, enerjilerinden dolayı hayranlığım var. Ama ondan bende yok.
*
Oturduğum yerde (ofiste), araştırma çalışmalarım var:) Şu sitede "bayan caz vokal ses eğitimi" videoları buldum. Evde kaydedeceğim. Ve aynı yerde "kitap nasıl yazılır" videoları da var.
*
Kendime sorulması gereken sorular baş gösteriyor kapımdan. 5xn'lemeliyim kendimi.
Sonra görüşürüz.

Cuma, Kasım 14, 2008

çocukluk düşleri/ şarkı söylemek



Kendimi ifade edebilmek kendimi bildim bileli önemliydi benim için. Ortaokuldan itibaren ise bir çok karanlık dehlizleri olan bir labirente dönüştü. Yoğun duygular yaşıyor ama anlatmaya çalıştıkça, bir körün fili anlatması gibi, kelimeler eksik ve yetersiz kalıyor, sonunda da ortaya çıkan "fil kocaman bir kulaktır" gibi bir sonuç oluyordu. Eksik anlatıyor ve yanlış anlaşılıyordum. Zamanla gitgide sessizleştim, suskunlaştım.

*
Suskunluk, içimde birikime yol açıyordu. Hem korkuyor hem de çılgınca bir yol bir kanal arıyordum midemle kalbim arasındaki sıkışmaya.
*
Müzik dinlemek sakinleştiriyordu. Yavaş yavaş beğenilerim de şekillenmişti. Zamanla kendi kendime söylüyor buldum kendimi, usulca. Sıkıştıran yumru çözülmeye ve sesimle dışarı akmaya başladı ağzımdan. Büyük bir rahatlamaydı. Yolu bulmuştum. Ama yine de eksikti bir şeyler. Yol, belli ki çok uzundu ve sonu gözükmüyordu.

Birgün,tatilin son günü şerefine, hayatımda bir değişiklik olsun oyunu oynayıp, o güne kadar bilmediğim bir albümü aldım kapağına bakıp: Miles Davis.

Ve o gün yumru ışık parçalarına ayrılıp dağıldı ilk defa. Anlatılamayanı anlayan ve anlatan bulundu. Tek ve anlaşılmaz değildim artık.

O zamandan beri dinliyorum ve söylüyorum fısıltıyla sadece kendi kulağıma. Söylerken sanki arınıyorum, hafifliyorum, bedenimden çıkıyorum, havada bir ışık demetine dönüşüyorum. Pür ben, sadece ben oluyorum. Daha nasıl anlatılır bilmiyorum. Kelimeler...

Yine de mutlu son yok hikayemde. İki seçenek her zaman kapıdadır hayallarin varsa. SEÇ ya da TERKET. Ve ben terket'i seçtim. Becerememekten, eleştirilmekten korktum. Sadece müzik değildi çünkü duygularımdı söylediklerim.

Eğitim almadım. Tek bir nota bile öğrenmedim. Başka yollardan yürüdüm. Çok az anladığım sayılar yolundan. Yoruldum.


Ama geç değil. Tek kendime de olsa yüksek sesle ve daha sık söyleyeceğim. Benim burada yazmam ve sizin okumanız gibi artık paylaşacağım kelimelerin anlatamadıklarını.

Çünkü seviyorum bunu yapmayı..




Salı, Kasım 11, 2008

çocukluk düşleri



Bağımlı olmak üzerine eğitilirken, bağımsız insanlara nasıl dönüşeceğiz?

Bize rağmen nasıl bağımsız olacağız?


Dün sıklıkla bunu düşündüm. Bağımlı olmak, bizi kendimizden uzaklaştırır. Kendimizi tanımak bir yana karşılaşamayız bile.





Fikir Atölyesi'nin bu yazısını okudum ve çok etkilendim. Randy Pausch u, son konuşmasını, daha da önemlisi yaşamak istediği herşeyi yapmak için çalışmış olması ölmeden önce, yaşamının her anının tadını çıkarması.


"Tutkunu bul, çocukluk düşlerinin peşinden koş, çalış, yardım al, yaşa, yap."


Çocukluğumdan bu yana düşlerim nelerdir benim? Buyrun, listeledim.



  • Jazz standartları söylemek.

  • Çocuk kitapları yazmak.

  • Resim yapmak.

  • Kısa film çekmek.

  • Seslendirme yapmak.

  • Bir kedi sahibi olmak.

  • Bir çok ülke gezmek ailemle.

  • Bir Çağan Irmak filminde oynamak.

  • Oğlumun 40. yaş gününü kutlamak.

  • Torunlarıma kitap okuyup, şarkılar söylemek. Masalcı babanne olmak ;)

Biliyorum son madde için en az bir 20 yıl, onun bir öncesi için 35 küsür yıl var. Başlangıç için diğerlerinin peşinden gitmeliyim. Hemen, şimdi!


*not: Resim Sophie Allsopp'a ait



Çarşamba, Kasım 05, 2008

kendine güven!


Bir cafe'nin kaldırımdaki masalarından birinde oturuyorum. Karşımda bir iş hanının kapısı var. İşhanın da aynı zamanda bir dershane de var. Dershane çıkış saati, yemek saati. İnsanları seyrediyorum. Çeşitli yaşlarda okuyan ya da çalışan insanlar. Her çeşit giyimli, davranışlı, imajlı ve imajsız insanın neredeyse tek ortak noktasını görüyorum: Kendine güven eksikliği. Her biri, başkasının gözündeki kendi yansımasının etkilerini kendi sanıyor. Bu yüzden de hababam kendine ses, koku, giysi giydiriyor üstüste.


-Kendine güven eksikliği de nereden çıktı şimdi? Pek tatsız bir konu. Hem o ben değilim canım. Benim kendime güvenim tam. Sen kendine bak, hıh! Sümsük.


-Ben zaten kendime bakıyorum. Seni de öyle görebiliyorum zaten.


-...?!?


**

Kendine güven eksikliği, kendini tanımamaktan ortaya çıkar. Kendini oluşturan şeyleri tanımak gerekir: Bedenini, duygularını, karakterini, yeteneklerini ve sonucunda da istemediklerinin neler olduğunu. (bu çok önemlidir, seçimlerimizi belirlememizde çünkü.)


Tüm bunları tanıyabilmek için denemek ve geri bildirim almak gerekir. İşte bu yüzden genç insanlar bir dergilere fimlere vs., bir birbirlerinin gözlerine bakıp dururlar. Çünkü başka bakılacak yer yoktur bunun için. Yetişkinler mi?? Onlar sıkıcı öğütler ve yasaklardan başka bir şey değiller!


Çoğunlukla "şu bir türlü bulamadığımız kendimiz", içimizde "adını koyamadığımız bir boşluk" olarak bizimle büyüyecek ve bizim başkalarıyla çatışma ve restleşme aracımız olacaktır.


Bazılarımız sürekli filmler izleyerek, kitaplar okuyarak, karakterlerle empati kurarak kendimizin izini süreriz ki bu iyidir, harikadır, doğru yoldur bana göre.


Bir düşünce: Kendini tanıma için topluca sistemli çalışmalar yapılsa çocukluk çağından itibaren insanlara, kendini tanıyan, güvenen yetişkinler oluşur, çoğalır, üretir, yaratır, korur, destekler vs. olmaz mıydı?


Bir başka düşünce: Bu nasıl yapılır? Hangi materyal kullanılabilir? Birbirimize önersek çoğaltabilirmiyiz? Çoğaltıp uygulayabilir miyiz?


Başlangıç için bir soru: Karakter Tahlili ne işe yarar? ;)

Perşembe, Ekim 30, 2008

düğme ile gözgöze gelmek

*

Diğer insanlarla zamanla kronikleşen sorunlarınız olmuştur. Sorunu isimlendiremiyor dolayısıyla çözemiyorsanız, "onun yüzünden" ile başlayan cümleleri, olayları öfkeyle tekrar tekrar sıralarsınız. Biri bize yeter derse O da öfkemizden nasibini alır. Çoğu zaman gerçek soruna bakıyor ama göremiyor oluruz.


Bu, bana elektrik düğmelerini anımsatır.


Karanlıkta elektrik düğmesini görmek zordur. Şöyle ki;

Doğrudan düğmeye bakarsanız göremezsiniz onu. Ama başka bir şeye odaklanırsanız düğme görünür olur. Çocukken sık sık bu oyunu oynardım, düğmeyle göz göze gelme oyunu. Bir kere bile olmadı.


Doğrudan olaya baktığımızda, sadece o an'ı görürüz, filmin son karesinin fotoğrafını. Ama kendimize odaklandığımızda filmin tamamını görme şansımız olur. O kareye ulaşana kadar olanları. Sonuç çok şaşırtıcı olabilir. Sorun, sandığınız şey olmayabilir.


Benim kronik bir hastalığım vardı, beni perişan eden, bağışıklık sistemimi çökerten. İstemiyordum, nefret ediyordum bundan. Çaresiz hissediyordum. Birgün kendi karşıma geçip neden? nasıl? niye? ne zaman? dedim kendime. Kaçamak cevaplar verdi bana ben önceleri ( çok acıttı, kızdırdı, ezdi, çıldırttı,terletti) çok sıkıştırdım. Sorular cevaplarını buldukça görüntü netleşti ve sonunda kendimi sorunun tam karşısında buldum. Sandığım şey değildi, beklediğim bu değildi. Ama karşımdaydı ve netti. Bu kadar açık ve net olunca , cevapları aramak kolaylaştı.

Bilmemek korkutur.


Sonuç olarak; Anahtarı buldum ve gidip onu açtım ve odaya ışık doldu. Oh be! Bunca zaman boşuna karanlıkta oturmuşum.


**Ben değerliyim, tıpkı diğer kum taneleri gibi.**

**




Cuma, Ekim 24, 2008

heykel



Eskiden insanların bitmiş heykeller olduğunu düşünürdüm. Bir bebek olarak ailelerinin eline doğduklarında, ham bir heykel malzemesi olduklarını ailelerin de heykeltraşlar olduklarını. Heykeltraşlar taslaklar hazırlar ve bunu uygularlar. 18 Yıl sonra artık heykel hazırdır. Ve diğer heykellerin arasındaki yerine yerleştirirler. Heykelin başarısı, heykeltraşlarının iyi ya da kötü olmasına bağlıdır ve heykel bittiğinde bir daha değişmez.

*

Kendimi iyi-kötü skalasında vasat/eksik bir yerde buluyordum. Heykeltraşlarım uyumsuz, kararsız, heykel yapımının temel bilgilerinden yoksundular ve gelişigüzel çalışmışlardı. İlk iş denememde, sağlam sandığım önemli parçalarım kırıldı. Ayakta durmamı sağlayacak önemli parçalardan yoksundum. Böyle nasıl ayakta durabilecektim diğer heykellerin arasında? Başka heykellerin üzerine devrilmeden? Daha da kötüsü yere devrilip tuzla buz olmadan?

*

Bir gün, elinde kırmızı kalemleri ile biri girdi hayatıma. Sürekli yeni planlar, yeni dallar çiziyor her karşılaşmamızda bunları denemiş, beğenmediklerini silmiş ve başka kırmızı dallar ve onlara da yenilerini eklemiş oluyordu. Ben şaşkındım, anlayamıyordum gözlerim bitmiş bir heykel arıyor, ama her defasında başka bir form buluyordum. Esnekti, kolay kırılmıyordu ama kırılacak olursa da kendini yenileyebiliyordu. Benimse sadece gözlerim vardı hareket eden ve onu takip ediyordu.

*

Bir gün beni salladı. "Heykel gibi durmaktan vazgeç çünkü değilsin. Boşuna vakit ve enerji kaybediyorsun."

Heykel çatırdamaya dökülmeye başladı, en korktuğum şeydi olan. Parçalara ayrılıyorum, yok oluyorum, hala ayaktayım?, görüyorum ve hareket ediyorum, haaa, ne??!???

*

Heykel Bahçesi yıkıldı. Tüm heykeller yerini, bir dakika yerinde duramayan şekil değiştiren binbir garip yaratığa bıraktı. Ben yavaş da olsa hareket ediyorum. Yıların heykelinin bir anda hareketlenmesi kolay değil elbette. Yine de kendime şanslıyım diyorum, hala kendini heykel sanan çok insan var artık onlardan değilim.

*

Kırmızı Kalem beni aradı geçen gün. Artık uzak bir ülkede yaşıyor, kalemiyle çizdiği dallar onu oraya götürdü. Buluştuk ve geçmişte birbirimize kazandırdıklarımızı konuştuk bir süre . İkimizin de geldiği şimdiki noktalarda biribirimizin parmağı var.

Selam sana Kırmızı Kalem, Kedila'nın hamurunda mayası olan. Hayat bize neler hazırlıyor, biz neler yapacağız yaşayıp göreceğiz. Ama şimdi bir mola : Kahve içelim mi?

Perşembe, Ekim 16, 2008

neden?



*
Sunshine ile konuşuyorduk. "Neden" dedi "neden dilediğim herşey olma yolundayken, saçmalamaya başlıyorum ve sonunda da olmuyor?".
Bunları konuşurken ben de isteyip de yapamadıklarımı düşündüm. Aslında kaçtıklarım demeliyim. Sahi, neden bu kadar isterken aynı hızla ters istikamete gidiyorum ben?

*
Bu sefer Beyaz Tavşan'ın Beş defa Neden Yöntemi'ni kullanacağım.
Problem: Neden bir şeyi bu kadar yapmayı/olmayı isterken, aynı anda ters istikamete gidiyorum ben?


1.N) Korkuyorum. Neden korkuyorsun?
2.N) Becerememekten, yarım bırakmaktan. Neden beceremeyeceğini düşünüyorsun?
3.N) Yapacağım şeyi beğenmeyecekler, eleştirecekler, hayal kırıklığına uğrayıp bırakacak ve bir daha elimi sürmeyeceğim. Çünkü ne yaparsam yapayım olmayacak. Neden beğenilmeyecek, eleştirilecek?
4.N) Yeni başladığım için eksik ve yanlışları olacağı için eleştirilecek. Eksik ve yanlış olduğunda ne yaparsın?
5.N) Düzeltmek için çalışırım. Peki düzeltmek için ne yaparsın?


**Sorarım, araştırırım ve yeniden denerim.**


Kök neden: İstediğim şeyden kaçma nedenim, olma yolunda giden araçları kullanmayışım: araştırmak ve yeniden başlamak.

Kendimi şimdi nasıl hissediyorum?
Hiç fena değil. İyi.
*
Peki, Sunshine için sorun nedir? O, araştırır, adım atar, çalışır yeniden başlar ve başarıyla ilerlemektedir de (kendini sabote edinceye kadar).
Ya da şöyle diyelim:

Sunshine meyve ağacı yetiştirir, bunu başarıyla yapar ama iş meyveleri toplamaya gelince korkuya kapılır, meyveleri ya çürür ya da başkaları toplar. Oysa meyve istediği için ağaç yetiştirmiştir.

İşte burada filmi durdurur ve sorar: Neden?
*
Pekala şimdi, şunu soruyor olabilirsiniz bana: Sunshine ın derdi seni niye gerdi?
Bulaşılıcılığı nedeniye. Herbirimizin yaşadıkları, düğümleri ve çözümleri biribiririni öyle ya da böyle etkiliyor. Tüm insanlar biribirlerini etkiliyorlar. Eğer her insan kendini iyileştirirse, başkalarını da iyileşme yönünde etkilemiş olacak. Bir problemi çözdüğünde, diğerleri için de anahtar olacak.


Bu yüzden sunshine'ın derdi ve çözümü beni de iyileştirecek.
*
not: fotoğraf CavallinoDimare'ye ait.
*

Cumartesi, Ekim 11, 2008

...


Bir zamanlar küçük bir kız, uzun bir sahil yolunda yürüyüşe çıkmış.Gökyüzü alabildiğince mavi, deniz ışıltılı ve etrafındaki insanlar kum taneleri kadar çokmuş, deniz kıyısında, kumsalda ve yolda. Her birinin dili farklıymış dünyanın dört bir tarafından gelen bu insanların. Ama hiçbirinin gözleri yokmuş. Kız, şaşkın, gidip bir kafe ye oturmuş etrafını izlemeye başlamış, görmeden konuşabilen insanları. Oysa kız a göre kelimeler konuşabilmenin bir yönüymüş, insan kelimelerin anlatamadığı başka şeyleri de ifade edebilmeyi başarabilirler diye düşünürmüş: beş duyusu ile aldığını insan, beş duyusu ile verir. Ve gözler kalbin aynasıdır.

O zaman anlamış ki insanlar kalplerini böyle saklarmış diğerlerinden . Böylece yara almadan koruyabilirlermiş birbirlerinden. Kız anlamış. Çünkü kalbin yaraları zor kapanır.

Kız büyüdükçe gözlerini kapamayı öğrenmiş ve istemedikçe açmamayı. Ve başka bir şeyi daha öğrenmiş, insanların görünmeyen bir gözlerinin de alınlarının tam ortasında olduğunu. Küçük kızın o zaman göremediği buymuş. İnsanlar iç gözleri ile görüyormuş.

Her zaman kelimelerin anlatamadıklarını anlatmayı başarmış, beş duyusu ile aldığını beş duyusu ile vermeyi: oyuncu olmuş.

Cuma, Ekim 10, 2008

muz bahçeleri




Hepimiz bir yetenekle doğarız. Küçükken yeteneğimizin şekillendirdiği hayaller kurar ve ömrümüzün sonuna kadar bunu gerçekleştirmeyi isteriz. Hayallerimizi yaşamımıza taşıdığımız oranda kendimizle barışık yaşar ve sonumuzu huzur içinde kabul ederiz.

*

Hayallerimiz şekillendikçe karşımıza hep iki seçenek çıkar: SEÇ ya da TERKET.

*

Hayalini yaşamayı seç ve yalnız kal, aç kal, itibarsız kal, pişman ol ve acı çek.

Ya da hayallerini terk et, gerçekçi ol, mantıklı ol, kazanmayı seç.

*

Kimse kimseye benzemez. Herkesin kendi yolu vardır. Gerçeği kendisine aittir. Kimse başkasının yolunda, kendisine ait olmayan ayakkabılarla yürüyemez. Yürümek için harcadığı çaba onu kendi yolundan uzaklaştırmak ve hasta etmekten başka bir işe yaramaz.

*

Bir zamanlar küçük bir kız varmış. Bahçeli bir evde yaşarlarmış. Dut ağaçlarına tırmanır,kimsesiz yavru köpekleri besler, öğle sıcağında ağaç gölgelerinde oturup kitap okurmuş. Kitaplarla dolu, kocaman bir muz bahçesi olan bir evde yaşamayı hayal edermiş. Dünyanın en güzel muzlarını o yetiştirecekmiş.



Ama bir gün uyandığında ona artık büyük bir kız olduğunu, böyle yaşayamayacağını geleceği için yapması ve yapmaması gereken şeyler olduğunu söylemişler. Kız öylece kalakalmış. Ama neden? Ne değişti bende?

Onu okullara göndermişler. Başarılı olmuş, elbet bir gün istekleri bitecek ve ben de kendi istediklerimi yapabileceğim diye düşünmüş. Hala umut var.


Yıllar geçmiş. Yaşamının en önemli kararını verme zamanı gelmiş. Karşısına o iki seçenek çıkmış: SEÇ ya da TERKET...





Şimdi karşımda oturan O Kız, başkalarının ayakkabılarını giymekten yorgun, hasta, muz bahçelerini çoktan geride bıraktığını düşünüyor. Şimdiki gerçeğinin bambaşka olduğunu ve sorumluluklarını..





Muz bahçeleri hala senindir. Sen onu hayal ettiğin sürece er ya da geç senin olacaktır. Kendi ayakkabılarınla yürümeye başladığında, kendi yoluna ulaşabilmen zaman alacak ama hem sağlığına hem de muz bahçene kavuşacaksın.






Hadi..

Salı, Ekim 07, 2008

deniz kokusu, martı çığlığı

Kartpostal tadında bir zamandı bu. Deniz kokusu, deniz tadı, alabildiğince mavi, martı çığlıkları, kediler yumuşacık kucağımıza gelen, balık tutanlar ve onlardan balık tutan kediler, kediler ile kovalamaca oynayan küçük insanlar, kahkahalı sohbetler, anın içinde mayışma....
**
An'ı yaşamak buna denir.
**

Salı, Eylül 30, 2008





Evin güneşi ile başım fena halde dertte. Son halimiz de resimdeki gibi. Yaptıklarını neden yaptığını anlayamıyorum. Hergün baştan başlamaktan yorgun ve şaşkınım. Okuduğum ne yapmalı, nereden başlamalı kitaplarında da döndüm başa. Artık hiç bir şey anlamıyorum.
*
Tamam bir mesajı var da, anlayalım derken fırıldağa döndüm elinde. Bir de herkesin yorumları üstüne tuz biber ekiyor.
*
Ne yapıyorum peki şimdi? Şimdilik don't worry be happy eşliğinde başımda meşhur soytarı şapkamız, odada dolanıyorum. It will soon past whatever it is.... don't worry be happy...

*

Pazartesi, Eylül 22, 2008

arkadaşlar ve yıldızlar



İnsanın dostlarının olması harika bir şey. Bunu yeni mi anladın derseniz evet bunu yeni/yeniden hissediyorum. Ya da ilk defa doğru şekilde hissediyorum.


Çok uzun bir süre/ yaşadığım yılların yüzde doksanında kendimi yalnız hissettim. Kalabalıklarda yalnız, ailemle yalnız, arkadaşlarımla yalnız. Baba kedinin beni anlayabilmesine ve anlayışına rağmen yine de yalnız.

Cumartesi günü Sunshine ve Atlikarinca ile beraberdik. Evin Güneşi ve Deniz Yıldızını bahçeye saldık. Onların bahçedeki tuğlalarla karnaval apartmanı ve kunduz seti yaparken, bir taraftan da arkadaşlıklarını inşa etmelerini seyrettik.

Biz ise kek yaptık. ( İyi bir sohbet için harika bir araçtır kek yapmak, çay demlemek ve tüm bunları güzel bir sohbet ile mideye indirmek). Çay içtik ve sohbet ettik. İşler, insanlar, beklentiler, başlayan ve biten ilişkiler, 20'li ve 30'lu yaşlar ( siz hangisini tercih edersiniz? ) arasındaki farklar. Mama mia, Nazan Öncel, Jri Tranka/Süper Babanne'si ve neden anlayamadığımız (çok mu amerikanlaşmış algılarımız?).
Bu arada çocukluk arkadaşım aradı beni. Annelerimiz de çocukluk arkadaşı O'nunla. İşte o an anladım ki, yalnızlığım pek de gerçek değil, olmamış. İnsan sandığı kadar yalnız olmuyor. Her zaman olmuyor.
Yalnızlık, sadece benim korkularım, hedefsizliğim, kararsızlığım ile ilgili idi. Ne istediğimi bildiğim zaman ilgi ve destek anlamını buluyor.



"Kaplumbağa, sadece kabuğuna çekilmezse yıldızları görebilir."

not: "Arkadaşlar" Paula Doherty'e ve "Yıldızlar" da Amanda Shepherd'a ait.

Salı, Eylül 16, 2008

kaplumbağa ve kelebek


Bu ayın başından beri gökyüzüne bakıyorum. Bu, beni sakinleştirdi. Dinlememi, karar vermemi, uygulamamı ve beklememi kolaylaştırdı. Sunshine'in huninin dar yeri nasıl geçilir önerileri (Doris Helga/ Acıyı güce dönüştürmek) ve Beyaz Tavşan'ın Akıl Haritası (Freemind) zifiri karanlıkta boşluğa adım atıyormuşum duygusundan -ki ben bundan nefret ederim; korkmuş kaplumbağa misali kabuğuma çekilip hareketsiz kalırım- kurtarıyor beni. İçgüdülerimin peşinden gitmek için bir plana, hatırlatıcıya ihtiyacım var yoksa çok çabuk kendimi salıyorum (Kısaca tembelim).


Akıl Haritasını hazırladım. Uygulamaya geçmemiş olsam da (henüz işe devam ediyorum), planlarımı karşımda görmek , yeni şeyler eklemek bana güç veriyor. Kendime ve yapabileceklerime güvenmemi sağlıyor ve uzun zamandır istediklerimi gerçekleştirmek için bu fırsatı en iyi şekilde kullanmam gerektiğini hatırlatıyor.


Karar vermek ve nasıl yapacağını bilmek çok iyi hissettiriyor.
*****************************************************
not: fotoğraf kime ait bilmiyorum.

Çarşamba, Eylül 10, 2008

Çarşamba, Eylül 03, 2008

yol ayrımı




Garip bir hafta. Tayinim çıktı. Yol ayrımındayım. Aslında hangi yoldan gideceğime karar verdim gibi. Sakinim. Gökyüzüne bakıyorum yol ayrımının üzerinden. Derin nefesler alarak. Gelecek iyi olacak. Baba kedi ve evin güneşi benim yanımda oldukları ve ben sevdiğim şehirde olduğum sürece mutluyum, herşey iyi ve her zaman yapılacak işler vardır.

Ben iyiyim.

fotograf İrem Kutrafalı'ya ait. http://www.fotokritik.com/kullanici/african

Cuma, Ağustos 29, 2008



Dünya, biz içini ne ile doldurursak odur. Çünkü dünya bizim için algılarımız kadar vardır. Ya da başka bir deyişle, içini beş duyumuzun algıladıklarıyla doldururuz.


Algıladığımız kadar biliriz, bildiğimiz kadarını hissederiz, hissettiklerimizle hareket ederiz, harekete geçerek bir olay yaratırız. Yaratımız, başkasının algısıdır ve algıladığı kadar bilir, bildiği kadar hisseder vs.


Algıladıklarımıza/aldıklarımıza dikkat etmeliyiz, bu sayede yarattıklarımıza/verdiklerimize de.


İşte, benim dünyamın raflarında duran görsellerin bazıları. Bana verdiklerini ben de etrafıma veriyorum. Evin güneşi, baba kedi, dostlar arkadaşlara..




Mary Poppins ve Meraklı George, bana iş'e bakış açımızı değiştirebileceğimizi, onu oyun olarak görebileceğimizi söylüyor. Ne kadar çok çalışırsan o kadar eğlenirsin.

Ya sizinkiler? Bana ne önerirsiniz?

Cumartesi, Ağustos 23, 2008

kapılar


Dünyanın dört bir yanına, bütün zaman dilimlerine, her canlının beynine, her gözün baktığı yöne, her kulağın duyduğu sese verdiği anlama açılan bir kapı var mıdır biz istediğimizde?

Her kapıdan gelenin getirdikleri ile dolan bir ülke, zengin olmaz mı sizce?


Böyle bir bolluğun içinde barışık olmaz mı her canlı kendiyle?
Kapıları açık olunca, temiz hava püfür püfür esip havalandırmaz mı ülkeyi?
Temiz hava hastalıkları barındırmaz bu ülkede, herkes sağlıklı kalır.
Kitapların yapamayacağı şey yoktur.

Perşembe, Ağustos 21, 2008

ece'nin balkonu




Bir insanın anıları, başka bir insana hayatının ve yaşamındaki insanların değerini fark etmesini sağlıyor kimi zaman. Ben Ece'nin Balkonunu okurken öyle oldu. Okumayı bitirdiğim aksam baba kedi ve evin güneşine sıkıca sarılıp kokladım.


Hikaye, kişilikler, zaman ve mekan değişse de içindeki özü kendi içimde buldum, benim hikayemde. O zaman işte gidip ailemi kokladım, öptüm.


Ece seni sevdim.

Çarşamba, Ağustos 20, 2008

sohbet


Gözgöze gelip orada, sessiz bir sohbet ederken buldum kendimi onunla, öyle kelimelerle falan değil duygular ve görüntülerle aklımızdan geçen. Tıpkı Bridget Belgrave'in Zak'i gibi..

Bana dedi ki herşeyin nedeni hislerdir, her olayın olma nedeni hissetiklerimizdir. Hisler neden olur dedim ona.Bildiklerimizden dedi.Neyi ne kadar bildiğimizle sınırlı nasıl hissedeceğimiz.

Gülümsedim. Gülümsedi. Başka bir şey sormama fırsat vermeden süzülüp gitti. Yeryüzüne çıktığımda hala gülümsüyordum.

Salı, Mart 18, 2008

teşekkür ederim..




Veee 05 şubat 2008 de Kerem Görsev Allan Harris konserine gidildi. Harikaydı, rüyayı yaşamaktı, şu oyun dünyasında kısacık bir "sadece kendim olabilme" saatiydi. Sanki herşey benim içindi. Eski bir müzikal filmin rüya sahnesi çekilmekteydi de başrol oyuncusu bendim.

Wonderful Life'ı kısa bir an için Allan Haris'la söylerken bir an için yıldızlara uçtum ve dansederek yerime döndüm. Muhteşem bu..
Kerem Görsev , kalbimden ve ruhumdan çıkan ama kelimelerin anlatmaya yetersiz kaldığı duygularım ve düşüncelerimini anlam dönüştüren ruhumun kardeşi. Sanki sahnede olan herşey aslında benim içimde olup bitiyor gibi, sanki Ben'im.

Teşekkür ederim.
Not: Resim www.keremgorsev.com dan alınmıştır.

Salı, Ocak 22, 2008

Bir çeşit aşk bu...


Çocuk ile anne baba ilşkisi nasıl olmalı?

Hiyerarşik düzende mi?
Emrinde mi?

Bu fotoğrafa bakıyordum ve anladım ki aşk olmalı..
Kerem Görsev ve kızı Nisan..

Bir çeşit aşk bu...
Hayatınını paylaştığın, en sevdiğin insandan, hayatının sonuna kadar seveceğin bir başka canlı yaratıyorsun, bildiğin herşeyi öğretiyor ve birlikte yapmaktan zevk aldığın bir çok şeye sahip oluyorsun..

Aşk, başka bir çeşit aşkı doğuruyor, büyütüyor ve çoğaltıyor..

İşte, bu fotoğraf bana bunları anlatıyor.

not: Fotoğraf Hürriyet Gazetesinden..

Pazartesi, Ocak 21, 2008

Mutlaka gidilmeli..


Evet, gidilmeli, düşüncelerin değil de kelimelerin anlatamadıklarını duymak için gidilmeli ve dinlemeli..

Kedila nın anlatamadıkları da orada can bulur, fısıldar kulaklara ..

Cumartesi, Ocak 19, 2008

Masal..




Bugün bir hayli etkilendiğim üç boyutlu sokak resimleri gördüm gazetede. Kaldırımlara yapılmış resimler ama o kadar gerçekler ki bende sanki insanlar masalın içine girmiş duygusu yaratıyor. Aklıma şu soru geliyor: masal ile gerçek arasındaki mesafe nedir? Masal gerçeğe dönüşebilir mi? Ya da aslında gerçekler masalların yaşanmış hali mi? Ya da kabusların?

Güzel masallar yazsak/duysak/seyretsek/okusak, güzel yaşamlar yaşamaz mıydık?

Dünyamız ise kötülük gör kötülük yap dünyası..

not: resimler Milliyet gazetesinden..

Cuma, Ocak 18, 2008

kedila yazmaya başlıyooor..


merhaba

uzun bir zamandır yazmadı kedila sayfasına.. ne yazmak istediğine karar veremedi ya da başka bir deyişle yazmaya değer bir şeyler bulamadı yaşamında dolu geçmesine rağmen her günü .. Sevdiği blogları takip etmekle geçirdi bloggerlığını..
ama şimdilerde yazacak.. yazıp aklından ve kalbinden geçenleri, lezzetlerini anlatacak..

not: resim milliyet gazetesinden alınmıştır.