Çarşamba, Aralık 31, 2008




******
... Mutlu yıllar...

Salı, Aralık 30, 2008

sizin kaç pencereniz var?



Sizin kaç pencereniz var? Evinizin pencerelerinden bahsetmiyorum, sizin pencerelerinizden. Her yeni deneyimde, duyularımızın her farklı şeyle karşılaşmasında çoğunlukla bir pencere sahibi daha oluruz.

Sayıları çoğaldıkça farklı manzaralar görürsünüz. Çok pencereli ev aydınlık olur.



Pencereleri kendimiz açarız. İstediğimiz yere, istediğimiz yöne.



En sevdiğim pencere gökyüzüne açılan penceredir . Bulutları,masmavi gökyüzünü, yıldızları görürsünüz. Gökyüzüne penceresi olan insanlara imrenirim. Evrenin enerjisi ile bütünleşirler, enerji noktaları açıktır ve zihinleri aydınlık. Onların, gökyüzünü gören kocaman pencereleri vardır ya da belki pencereye ihtiyaçları yoktur, gökyüzüdür onların çatısı, evi.
Benimse küçük bir deliğim var gökyüzüne bakan. Hayret ve hayranlıkla görebildiklerimi izliyorum. Belki bir gün deliği büyütebilirim diye düşünüyorum.

Bu pencereyi beğendim. Bardaklar için değişik bir yer ve pencerenin arkasında, çatısı gökyüzüne başka türlü uzanan bir ev vardı. Herşey bildiğimiz den çok farklı olabilir. Bildiğin şey, bilmediğin bir çok şeydir aslında. Bu yüzden safça şaşırtıyor beni herşey. Herşey aynı yerde ama hiçbir zaman aynı şey değil. Ne güzel. İyi ki.

İyi ki pencereler var.

not: resim kedila'ya ait.

Perşembe, Aralık 25, 2008

mutluyum




Dün akşam MırMır'la (Ya da bildiğiniz ismiyle evin güneşi. Kendisi isminin artık MırMır olduğuna karar vermiştir.) TRT Çocuk kanalının haberlerini izliyorduk. Gülten Dayıoğlu'na onur ödülü verilmiş. Kendisiyle röportaj yapılıyor. Ben izlemek istiyorum ama MırMır'ın aklı cd'den film izlemekte.




-Anneciğim, bak bu benim çocukluğumdan beri en sevdiğim yazar. Adı Gülten Dayıoğlu. Çocukken O'nun bir çok kitabını okudum ben. Çok severim.




- Biliyorum anne. O, Yazar Teyze. Ece ile Yücenin yazarı. Ama burada çok yaşlı görünüyor. Hadi şimdi Pat'i izleyelim.




- ? :)




Çocukluğumun bir parçası olan kitapların yazarı, benim çocuğumun da yaşamının bir parçası. O'nu tanıyor ve seviyor.




Mutluluk evreninde yüzüyorum ben. Ne zaman döneceğim belli olmaz:)




not: resim altın kitaplar'dan alınmıştır.

Salı, Aralık 23, 2008

ıssız adam


Sevdiğin, istediğin şeylerden kendini yoksun neden bırakır insan? İsteyip istemediğini nasıl anlar? Neden korkar sevilmekten?


Kendini sevmektense , başkaları tarafından onaylanmak üzerine kurulmuş yaşamın sonucu kendinden uzaklaşmak. Başkalarının patikalarından yürümektir onay istemek. Yorucudur.Sonunda da ait olmadığın bir yerde yapayalnız kalırsın.


Duygularını tanımayan kabul etmeyen insan ıssızlaşır, çünkü yanında istedikleri, sevdikleri olmaz. Sonunda ıssız adama dönüşür.


Ne çok ıssız adam var çevremizde. Özellikle de erkekler. İnsan olmak yerine "erkek?" olmaya çalıştıkları için. Yarattıkları erkek isimli bir kalıba girmek zorunda oldukları için. Oysa zaten ana rahmine düştükleri andan itibaren erkektirler,öyle doğarlar.


Issız Adam'ı izledim. Sevdiği bir insanın sevgiyle yaptığı yemeği yerken, sevdiği adama kendi çocukluğuna ait özel, pek kimseye anlatmayacağı küçük bir anıyı anlatırken, havada huzur, mutluluk zerreleri dolanırken, tüm bunları bir anda silip atan, mantığın almadığı, yaşanan herşeyi değilleyen, kendisini koparıp fırlatan adama nedeen? diye haykırdığı an kadının. Ve bardağı kırıldığı anda ortaya çıkan tokanın adama yaşattıkları beni en çok etkileyen sahnelerdi.


Filmi izleyip de beğenmeyenlerden anladım ki kendilerini görüp yaralanan ıssız insanlar daha fazla kendilerine bakamıyorlar. Çok acıtıyor çünkü.





not: resim sinematürk'ten.

Pazartesi, Aralık 22, 2008

gölgeler




- Suyun üzerinde durabildiğimize göre kıyıya kadar yürüyebiliriz dedi Gölgedaş, Gölgeder'e.

- Tamam, sen nasıl istersen.


Bir süre yürüdüler sessizce. Aklı başka yerde olduğu belli, gökyüzüne dalmış gidiyor Gölgeder.Gölgedaş'ın aklıysa Gölgeder'de. Neden böyle sessiz, ilgisiz?


Aniden söyleyiveriyor. Bitti. Artık birlikte gölgelenmeyelim.


Gölgedaş'ın içi patlıyor , dağılıyor bir saniyenin içinde.Ağzından sadece ince, sessiz bir neden çıkıyor. Gölgedaş sadece kafasını çeviriyor.


Bulutlar kaplıyor gökyüzünü o anda. Gök deliniyor. Herşey kayboluyor.

Cuma, Aralık 19, 2008

tatlı bir heyecan


Aralık ayı aslında yılın en soğuk, ıslak, çamurlu kasvetli ayı olmasına rağmen, en umut dolu aydınlık, yumuşacık, rengarenk ışıl ışıl ayı oluveriyor yılbaşı sayesinde. Neredeyse tüm dünyayı yumuşak, yeşilli, kırmızılı, yaldızlı bir masal battaniyesine sarıyor yeniyıl heyecanı.


Evlerde ağaçlar kurulur , süslenir. Ayrı bir heyecandır bu özellikle de çocuklar için. Süpriz ve hediye dalgasının başladığının habercisidir.


Yılbaşı akşamı, çoğunlukla zamanın ne çabuk geçtiği, çocukların ne çabuk büyüdüğü, ne kadar yaşlandığımız ve gelecek için umut ve beklentilerimizi konuşuruz biraraya gelip, güzel bir sofrada. Sonra oyunlar oynanır, çocular sevilir, yeni başlangıçlar için bi heyecan vardır nedense herkeste, gülümsemekten alıkoyamaz insanlar kendilerini. Saat yılın son saniyelerini gösterirken geriye sayılır, herkes birbirini kutlar hediyelerini verir. Artık yeni bir yıla girilmiştir, eskisi geride kalmıştır, eski dertlerle birlikte. Herşey yenidir. Uykunun kollarına giderken mutludur insan.


Ertesi sabah hayat kaldığı yerden devam eder. Adı değişmiştir sadece. Bir de kısa bir süre sonra baharın geleceğini düşünüp gülümsersiniz. Havanın tazelik ve çiçek kokmasına az kalmıştır.


not: resim cardsunlimited'a ait.

Cuma, Aralık 05, 2008

on sevdiğim yer

Bir kitap okursunuz çok beğenirsiniz ve keşke yazarı ile tanışabilseydim diye düşünürsünüz. Ben bazı kitapları okurken böyle olurum.



Blog yazarlığının bana hediyesi sevdiğim blogların yazarları ile tanışabilmek, ulaşabilmek oldu. Bir de ben de yazar sayılırım bu sayede artık:)


Pisikopati benim sevdiklerimden biridir. Geçenlerde mimlendiğinden bahsediyordu ve ben yazıyı bir taraftan okurken bir taraftan da düşünüyordum mimlenmek nasıl oluyor, acaba ben de bir gün mimlenirmiyim diye ki yazının sonuna geldim. AA Psikopati beni mimlemiş:)


Yaşasın!


*
Mim konusu "en sevdiğim 10 yer".




On sevdiğim yer bu dünyada biraz iyot kokusu, alabildiğince gökyüzü, kıvrımlı tepeler, ağaçlar,su, kum, güneş, kediler, kitaplar, resim ve heykeller, müzik, alabildiğince renkler ve lezzetler ve dostlarla sohbetlerin olduğu yerler. Biraz hayal tozunu da unutmamak lazım:)





1) Özbek Köyü






Salaş kafeleri olan bir deniz kasabası. Sakin ve dingin saatlerce denizi seyrettiğim, durulduğum deniz kıyısı. Şehirden ve insanlardan arındığım yer. Sonra evin güneşiyle kumlarda rüzgara karşı koşup martı kovalarız. Üşüyünce sıcak çay içmeye soba başına geliriz. Soğuktan al al olmuş yanaklar soba başında daha da bir kızarır. Tatlı bir uyku hali sarar bizi ama kısa sürer. Bahçede kedileri besler, börtü böcek keşfine çıkarız. Akşam dönmesi zor gelir ses, ışık, duman ve fazla hareket demek olan şehire.






2) Urla Pazarı


"Yeter artık ben gerçek sebze meyve yemek istiyorum saman değil" demesiyle baba kedinin, başladı bizim Urla pazarı günlerimiz. Market kolayıma geliyordu benim yakın ve hepsi bir arada olduğu için. Ama gerçek şu ki saman kadar tatlılar market sebzeleri.




*


Urla pazarını küçük olduğu, deniz koktuğu her şeyin mis gibi ve çıtır çıtır olduğu için seviyorum.


Bir de buranın enginarlarını başka yerde bulamazsınız.

3) Turunç,Çiftlik ve Marmarisin diğer Koyları





Tatilimi geçirmeyi en sevdiğim yerlerden biri Turunç.Marmaristen tekne dolmuşla gelinir ve bu çok keyiflidir.Hem Turunç hem de Çiftlik'in denizi çok güzeldir. Çabuk derinleşen, dibi güzel çakıl taşları ile dolu,berrak, mavi yeşil derinden ışıldayan bir deniz. Eskiden saatlerce kitap okuyup,uyuklar sonra kendimi denize atıp serinlerdim. Şimdilerde programı belirleyense evdeki küçük adam.
*


4) Mersin

Yaşadığım şehre çok benziyor Mersin. Bir çok ortak özelliği var. Ama bunun yanında yapılaşması daha yeni ve düzenli. Sahil yolu masal gibi. Mersinin insanları en azından benim tanıdıklarım yozlaşma konusunda 10-15 sene geriden geliyor yasadığım yere oranla. Bu şehri sevdim. Belki bir gün burada yaşarım.



5) Büyükada



İstanbul'a iş için birkaç sefer gelmiştim ama gezememiştim fazla. Sonra bir kere gezme şansım oldu. Sevemedim. O gün, ada vapurundan İstanbul'u şöyle anlatmışım:

"İlk izlenim:Çöp şehir, virane şehir İstanbul. Eski güzelliğinin artıkları kalmış, fareler tarafından kemiriliyor o da. Hava puslu gri. Belki bu da etkili.


Daha çok İstanbul şuna benziyor: Eski , görkemli bir Elf şehrine bir köstebek halkının yerleşmesi gibi. Kendi yaşamlarına uymayan bu şehri kendilerine uyarlamışlar.
Zamanla başka köstebekleri de çağırıp çoğalmışlar.



Peki Elflere ne oldu?



Elflerin çoğu gitti. Kalanların bir kısmı kendini korumaya çalışıyor. Diğer bir kısmı köstebekleşmeye başladı. Uyum bu. Köstebeklerden çok küçük bir azınlıkta Elfleşmeye çalışıyor. Bu da uyum..


Ama şehir artık köstebeklerin."

Büyükada ise bambaşka bir şeydi. Ona kimse dokunmamış gibiydi. Köstebekler oraya ulaşamamış sanki. Annem Yaşar Kemal in Karıncanın su içtiği yer kitabını yaşıyordu. Bense sadece filmlerden ve kitaplardan bilebildiğim bir geçmişi yaşıyor gibiydim. Ve biraz da Alice Harikalar diyarını. Isırgan otları neredeyse boyum kadar,yaprakları elim kadar, araba yok, faytonlar ve bisikletler var. Bisikletle dolaşıp adayı, durmadan, deliler gibi şarkı söyledim, en çok da Lulaby in Birland'i...

Büyülendim ben. Buraya. Ne kadar şanslı burada yaşayanlar.

*

6)Paris






Gördüğüm ilk Avrupa şehri. Sanat yaşamın doğal bir parçası. Bizimkinin dışında başka dünyalar da varmış. Çok zevk aldım. Bitiremedim. Bizim ev ahalisini de götürmeliyim. Neden bu kadar kısa derseniz, hayatımla ilgili önemli bir karar almanın mekanı da burası olduğundan. Hem gezdim hem düşündüm.






7) Ikea


Yaşamına göre evini şekillendirmek isteyenlere pratik, basit, ucuz, neşeli, renkli çözümler dükkanı. Üstelik bir mobilya dükkanı bu kadar mı eğlenceli olur. Evin güneşi ile bir çok köşesinde küçük hikayeler yazmışlığımız vardır. Mesela, bu mutfakta arkadaşlarımızla romantiz (romantik demek istiyor) bir akşam yemeği yiyiyoruzdur.


Ben burada istediğim evin planlarını yapıyorum. Mutfağı salon büyüklüğünde , okuma köşesi ve çalışma masası olan, büyük yemek masalı bir ev. Dolabı olmayan, dolap ve çamaşır odası olan bir ev. Koccaman oyun odası bahçeye bakan bir ev.En ufak detayına kadar seçiyorum. Hayal ediyorum. Mutlu oluyorum:)




8) Sunshine'ın mutfağı



Tadına doyamadığım keklerin piştiği ve sohbetlerin yapıldığı mekandır. Evi güneşi ve deniz yıldızı beraber büyürken, biz de bir taraftan olgunlaşıyoruz burada. Güldük, ağladık, sevindik, kızdık,attık tuttuk. Ve döktük , saçtık, batırdık. Topladık, yıkadık, pişirdik. Öyle geniştir ki benim için, 6 kişi burada hem suluboya hem de kurabiye yapabilir aynı anda (yapılmıştır bile).



Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim Sunshine çok iyi yemek pişirir. İki laf arasında nefis şeyler yapar, parmaklarınızı yersiniz.





9) Düşler Ülkesi/Kedila'nın evinin ülkesi





Benimle var olan ve benimle yok olacak olan ülke. Beynimin içinde yeniden oluşan dünya. Siz buradan, bu pencereden içeri bakıyorsunuz ben de aynı yerden dışarı size bakıyorum. Geceleri gözlerimi kapatınca ve gündüzleri zaman zaman gözlerim açık da olsa orada dolaşırım. Orası hakkında anlatabileceğim ne olağan üstü hikayelerim vardır. Anlatırım.









10)Henüz gidilmedi blinmiyor ama her an gidilebilir..


Dünya kocaman ve benim kabuğumdan çıkıp gitmediğim o kadar çok yer var ki. Henüz gidilmemiş, tarafımdan sevilecek olan yerlerin temsili sayısı on. Şöyle diyelim: bundan on sene sonrası için kendimi mimlemiş olsam, acaba nerelerden bahsediyor olurdum? Bak şimdi, merak ettim.

Ben de mimliyorum şimdi, Maviye Yolculuk, Ecenin Balkonu ve Sunshine'ı. En sevdiğiniz on yer nereleridir?
*
not: resimler; özbek ve ikea kedila'ya ait. urla pazarı sarpk'ya ait. düşler ülkesi shutterstock'tan. paris ve mersin guugila'dan bir yerlerden. büyükada, büyükada kültür derneğinden.

Pazartesi, Aralık 01, 2008

ses


Bir insanın gözlerinde hayret, merak, mutluluk, hüzün, kızgınlık nasıl yaratırsınız sesinizle?


Radyo tiyatrolarını ya da arkası yarın kitap saatlerini dinleyeniniz varsa bilirsiniz. Dinlersiniz ve hayal kurarsınız, beraber güler beraber ağlarsınız. Ne güzeldir. Ve ne çok hayranlık duyarım seslendirenlere. Dünyamın hakimidirler o an.


Evin Güneşi doğduğundan bu yana kitap okuyorum ona. Başlarda hızlı ve acemice okurken , zamanla kelimelere ve duygularına daha çok hakim oldum. Bir kitabı okurken, karakterler mekan kitaptan çıkıyor ve olay o an burada yaşanıveriyor gibi hissediyorum artık. Ve işin güzeli dinleyen için de böyle.


Cornelia Funke'ın Mürekkep Yürek kitabını okuyunca bu yüzden çok etkilenmiştim. Maggi'nin babası Mo'nun seslendirdiği her kitaptan birşeyleri kendi dünyasına getirebilme yeteneği vardı. Bunu daha sonraları kızına, kelimelerin her birini hissederek tadarak okumak olduğunu söylemişti. Mürekkep yürek için canlanan her karakterin bedeli olarak yeryüzünden bir şey de kitaba girermiş ama benim için öyle bir tehlike yok:)


Bir süredir SKG için gönüllü okuyucuyum. Birilerinin benim sesimden maceradan maceraya atılacağını bilmek beni mutlu ediyor heyecalandırıyor, özellikle de çocukların.


Ben büyüyünce masalcı nene olmak istiyorum:)


not: resim kim sponaugle'e ait.